Herkese Merhaba...
Aşka Dair benim ilk hikayem ve bende blogum da yayımlamaya karar verdim.Wattpad hala devam ediyor okuma için kullanıcı adım Tubacsr :)
1.Bölüm
Acının varlığını bu kadar acı
öğrenmek istemedim ki…
~
Ela
Kapıyı
açarak arkama bile bakmadan dışarı çıktım. Kalbim gördüklerimi kabul etmemek
için direnirken aklım yanlış anlamış olmayı diledi. Ama ben gördüklerimi ne
kadar inkâr etmeye çalışsam da duyduklarım yeterliydi. Aklımdan çıkaramadığım
sesler şimdi acı verici bir çınlama gibi orada kafamın içinde yankılanıyordu.
Bu o kadar acı veriyordu, o kadar derinde hissediyordum ki etrafımda ki onca
sese rağmen o odada duyduklarım dışında başka hiçbir ses yokmuşçasına
kulaklarımda sadece onların sesi çınlıyordu.
Bunun nasıl olduğunu, benim başıma nasıl
geldiğini ya da bunu hak edecek ne yapmış olduğumu bilmiyordum. Onları gördüm.
Kahretsin ki gördüğüm o görüntünün aklımdan nasıl çıkacağı hakkında hiçbir
fikrim yoktu. Şuan hissettiğim şeyler sanki sonsuza kadar orada kalacak ve bana
sürekli acı verecekmiş gibi geliyordu. . Bunu bana nasıl yapabilmişti, onu bu
kadar mı yanlış tanımıştım ben, gözlerim nasıl bu kadar kör olmuştu da ben
kendimi bu duruma düşürmüştüm.
Kapıdan çıktığım sırada arkamdan duyduğum
tek ses onun sesiydi ve sadece “Allah kahretsin, bunu görmemeliydin” diyen
adamın isyanıydı. Bunu görmemelimiydim. Lanet adamı yakalamıştım onu
kâbuslarımdan çıkmayacak görüntüsü zihnime kazınmıştı ama pislik herifin tek
düşündüğü bunu görmüş olmam mı? Eğer
görmeseydim bunu ne kadar devam ettirecekti ki.
Adi
herif…
Arkamdan tekrar seslendiğinde daha fazla
hızlandım.” Ela, Ela ne olur bekle”.
Ayaklarıma
nasıl söz geçirdim bilmiyorum ama bir şekilde başardım. Tabi ki onu beklemeye
niyetim yoktu. Ama sesi artık daha yakından geliyordu. Bir an döndüm ve arkama
baktım. Haklıydım Tarık hızla ve telaşla bana yetişmeye çalışıyordu ki bu hızla
devam ederse de birazdan yanında olurdu. Benden neden uzak durmuyordu ki sanki
bana bunu rahatça yapabilmesine rağmen neden hala peşimdeydi.
“Allah’ım
ne olur bana yardım et” diye sessizce dua ettim.
Şuan dua edip bu işten kurtulmaktan başka
yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bu adamla şimdi yüz yüze gelmek istemiyordum.
Aslında bir daha onun yakınında bile olmak istemiyordum. Bir an bile düşünmek
için kendime fırsat tanımadım. Adımlarım
beni güzel havanın tadını çıkaran insanlarla dolu parkın içine sürükledi. Birkaç
kere kalabalığın arasından dönüp arkama baktım ama onu göremedim. Biraz daha
rahatladığımı hissettiğim anda kendime derin nefesler almayı hatırlattım. Bunu
başardım da ama hemen sonra ihanet tüm ağırlığıyla üzerime çökünce acı artık
katlanılabilir olmaktan çok uzaktı.
Önce kalbimde, sonra bütün bedenimin de her
bir zerresiyle hissettim acıyı. İhanetin acısını. Sanki bütün benliğimi istila
etmeye çalışan bir virüs gibi yayıldıkça yayıldı ve o ince sızı o kadar
kahrediyordu ki nefes alamadım. Dizlerimin artık beni taşımayacak hale
geldiğinin farkındaydım ama dayandım. O kadar çok yürüdüm ki ölüm gibi gelen
bir zaman sonra ilk bulduğum banka bıraktım kendimi. Dışarıdan bana bakan
insanların gördüğü şey hakkın da hiçbir fikrim yoktu ama umurumda da değildi.
Gözümden akan yaşları umursamadım.
Kalabalığa
aldırmadım. Göğsümü yırtıp çıkmak isteyen acıyı atabilmemin tek yolu şuanda
ağlamaktı. Bunu istemedim onun için ağlamak bu duruma düşmek istemedim ama
elimden başka hiçbir şey de gelmedi. Gözümden akan her damla yaş için onu
suçladım, ama bilmediğim bir nedenden ötürüde ondan daha fazla kendimi
suçladım. Hava yavaşça kararırken orada gizlenip sonsuza kadar kalmayı istedim.
Umurumda bile değildi. Burada böylece oturup sadece düşünmek istiyordum.
Düşündüm de…
Daha iki saat önce hayatım nasılda yolunda
gidiyordu. En azından ben aptal gibi öyle olduğuna inanıyordum. Mutluydum bu
adamı seviyordum ve onunda beni sevdiğinden o kadar emindim ki. Ne kadar
aptalmışım böyle. Onunla yaşadığım her şey, uğruna inanıp verdiğim her şey
sadece yalanmış. Onunla geçirdiğim bütün zamanlar bir aldatmadan ibaretmiş. Bu
sabah yatağımda mutlu bir şekilde uyandığımda hayatımda her şeyin ne kadar
harika olduğunu düşünen zavallının tekiymişim ben. Üniversite hayatım boyunca
stajyer olarak çalıştığım iş yerinde artık kalıcı elemandım. İşimi seviyordum,
çevremde beni seven değer verdiğim arkadaşlarım vardı. Çok sevdiğim bir adam
vardı üstelik en az benim sevgim kadar onun kalbinde de bu sevginin varlığına
inanıyordum. Bu adama güvenmiştim tüm benliğimle inanmıştım. Bir yıldan biraz
daha fazla bir zamandır ilişkimiz vardı. Hiç yapmadığı bir şeyi yapıp ona o
kadar çok güvenmeyi tercih etmiştim ki belli ki şimdi de bu aptallığının
bedelini ödüyordum. Bu kadar tedbirli davranmama, hep bir adım geri durmama
arkadaşlarım o kadar çok laf etmişti ki sonunda onları dinleyip kalbimi
açmıştım ve bunu yaptığım kişinin bana verdiği karşılığa bakınca kimseyi
dinlememem gerektiğini bir kez daha anladım. Hem de acı bir yoldan.
Ah bu kadar salak olmak zorundamıydım sanki.
Gözümden akan yaşlara lanet okuyup elimle sertçe sildim. Ağlamak istemiyordum.
O hayvan için tek bir damla yaş bile dökmek istemiyordum ama sanki durması
imkânsızmış gibi gözlerimden laf dinlemeden dökülüyorlardı işte.
“Allah’ım lütfen bu acıyı sök al içimden.
Onun için ağlamak onun için acı çekmek istemiyorum. Onun için hiçbir şey yapmak
istemiyorum. Lütfen”
Başımı eğip ellerimin arasına alıp sıktım. O
görüntüleri kafamdan atmak ister gibi ama tabi ki işe yaramadı. Oradaydı, orada
öylece tekrar ve tekrar başa dönen bir film gibi oynuyordu. Bir yerde kesin bir
şeyler yapmış olmalıyım ki şuanda bu durumdaydım. Sürekli kendimde bir hata
aramaktan vazgeçmem gerektiğini biliyordum ama düşünmeye engel olamıyordum
işte. Yanımdan geçip giden insanların bana baktığının farkındaydım ama umurumda
bile değildi. Hiç birine aldırmadım. Belli ki bana acıyarak bakıyorlardı ama
şuanda bunu düşünmek istemiyordum. Çünkü ben kendime herkesten daha fazla
acıyordum zaten.
Her şeyin farkındaydım. Artık hayatımda
hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Biliyordum. Şu anda bu çok sevdiğim şehirde
bile kalamazdım. Avuç içlerimi sertçe yanaklarıma bastırıp laf dinlemeden akan
lanet yaşları sildim. Yerimden kalkıp hızlı adımlarla evime doğru yürüdüm.
Yürürken aklıma gelen ilk kişiyi, bu hayatımda
dostluğuna inandığım tek kardeşim çocukluk arkadaşım Didem’i aradım. İki hafta
sonra evlenecekti. Kocası Kemal benimde arkadaşımdı. Her yaz tatil için
gittiğimiz Çeşme’de hep bir araya gelir bir an bile ayrılmazdık. Farklı
şehirlerde olmamıza rağmen hiç kopmamıştık.
Didem benim hiç olmayan kız kardeşim Kemal ise tam bir korumacı
ağabeydi. Didem benden üç yaş Kemal iste dokuz yaş büyüktü. Kemal bize hep kol
kanat gererdi.
İki sene önce sınavlarımdan dolayı geç
katıldığım tatilimde öğrenmiştim ikisinin sevgili olmaya karar verdiğini. O
kadar şaşırmış ve şok olmuştum ki bir an ne diyeceğimi bilemeden öylece onlara
bakmıştım. Ama bir o kadar da sevinmiştim. Arkadaşımın Kemal’e karşı hislerini
fark etmiştim tabi ki, ne zaman Kemal’in yanında bir kız görse hep bir
huzursuzluk çıkarmaktan vazgeçmiyordu. Surat asıp oturması da pek gizlenecek
bir şey değildi zaten. Ama beni asıl şaşırtan Kemal olmuştu. Ondan hiç
şüphelenmemiştim işte. Hislerini çok iyi saklamayı becermişti.
İki yıldır ilişkileri vardı. İlk zamanlar
birçok sorun yaşamışlardı çoğu da uzaklıktan dolayıydı. Bu yüzden Kemal artık
dayanamayıp ikisinin de Çeşmeye yerleşmesine karar verdiğinde tabi ki onu
destekledim. Yoksa Didem neredeyse kafayı yemek üzereydi. Tabi ki bana da
yedirtmesi kaçınılmazdı.
Bana
göre ikisi tam bir birlerine göreydi. İşin aslı Didem’i Kemal’den başka hiç
kimsenin idare edebileceğini düşünmüyordum. Kemal de beni haklı çıkararak bu
işi gayet iyi beceriyordu. Didem o kadar deli o kadar, nasıl desem vurdun
duymazdı ki Kemal’in çok işi vardı onunla.
Düğünü düşününce midem bulanmaya başladı,
boğaz düğümlenmesi ne demek şuan yaşıyarak tecrübe ediyordum resmen. Tarık’ta
benimle birlikte gelecekti. İlk defa ailemin sevdiğim insanların arasına
sokacaktım onu. Kendim gibi onu da heyecanlı zannediyordum birde. Bana daha iki
gün önce;
“Ne yapıp edip işlerimi toparlayacağım
aşkım, seni o kadar bekâr erkeğin içine seni yalnız göndermem mümkün değil”
demişti.
Ah belki de o sırada benimle telefonda
konuşurken bir yandan da o kız beceriyordu ya da elleriyle dokunuyordu. İğrenç
bu iğrenç bir şeydi. İşte şimdi kusacaktım.
Yeniden ağlamak üzereydim üstelik şimdi
birde midem de isyan ediyordu. Daha fazla dağılmadan telefonumu cebimden çıkardım.
Bir sürü cevapsız arama ve mesaj vardı. Kimden olduğunu bildiğim için hepsini
görmezden gelip arkadaşımı aradım. Didem her zaman olduğu gibi telefon elinde
bekliyordu herhalde ki hemen cevap verdi.
“-Efendim canım” dedi her zaman ki neşeli
sesiyle. Onun sesini duymak bütün duvarlarımın yıkılmasına sebep olsa da
kendimi ona cevap vermek için sesimi bulmaya zorladım. Ama ağzımdan onun
isminden fazlası çıkmadı maalesef.
“-Didem!” diye fısıldayabildim sadece. Beni
benden daha iyi tanıyan arkadaşım tabi ki bende bir şeyler olduğunu anlamıştı.
Onun telaşlanmasına sebep olduğum için kendime deli kızdım ama şuan bundan
fazlası da elimden gelmiyordu.
“-Ela sen iyimisin canım, sesin neden bu
kadar kötü geliyor?” Ona ne cevap vereceğimi bilemedim. Bunu telefonda yapmak
istemiyordum. Yapamazdım da. Şuan bu haldeyken, daha her şey bu kadar yeniyken
üstelik telefonda konuşabilmemin imkanı yoktu.. Hayır, şuan olmazdı. Kendime
hâkim olamayıp ağlamaya başladığımda her şey daha beter bir hal almaya başladı.
Didem daha çok telaşlandı tabi ki.
“-Ela sen ağlıyorsun. Ne oldu bak öldürme
beni burada meraktan. İyi misin?” Onu telaşlandırdığım için kendimi tokatlamak
istedim ya da yoldan geçen birini çevirip bana bir tane patlatmasını istemeyi
istedim. Yinede onu teselli edecek tek bir kelime bile çıkmadı ağzımdan. Sadece
bir an önce konuşup kurtulmaktan başka istediğim bir şey yoktu şuan.
“-Ben hiç iyi değilim Didem. İnan bana senin
en mutlu olduğun zamanları berbat ettiğim için kendimden nefret edeceğim
biliyorum ama şuan bunu düşünemiyorum bile. Bu lanet şehirden hemen çıkmam
lazım. Haftaya gelecektim biliyorum fakat daha fazla kalamam hemen bu gece
gelmem sorun olur mu?”
“-Tabi ki sorun olmaz canım. Bunu sorman
bile hata, erken gelmen beni çok mutlu eder inan bana hem sen gelmezsen şuan
ben senin yanına gelirim.” Didem telefonda biraz sessizleşti. Onu merak
ettiğini belli eden bir iç çekiş duydum.
“-Ne oldu sana canım. Hem sen neredesin
Tarık nerede neden yanın da değil sen bu haldeyken.” Ah bir bilsen Didem… Onun
ismini duymak bile işkence gibi geldi bana.
“-Didem ne olur bana onun adını anma, hiçbir
şey sorma çünkü sana şuan da bir şey söyleyecek gücüm yok. Oraya geldiğim zaman
uzun, uzun konuşsak. Lütfen.”
Dudaklarımı sımsıkı kapatmama rağmen ağzımdan
kaçan hıçkırığa engel olamadım. Gözlerimde durmak bilmeyen laf dinlemez yaşlar
sanki artık benim bir parçam gibi sürekli akmaya devam ediyordu. Didem benim ne
kadar kötü olduğumu tahmin etmiş olmalı ki hiç yapmadığı bir şeyi yapıp daha
fazla üzerime gelmedi.
“-Tamam, canım bu gece gel. Seni bekliyorum”
derken sesi sıcacıktı ve telaşlı. Ona bir şeyler söylemek istesem de ne yazık
ki beceremedim. Sadece “tamam” deyip ona uçak saatimi haber vereceğimi
söyledikten sonra kapattım.
Kısa süre sonra evimin önündeydim.
Apartmandan içeriye girip kapımın önünde bir süre durup bekledim. Sessizce
içeriden bir ses gelip gelmediğini kontrol ettim. Neden sanki yedek anahtar
vermiştim ki bu adama, bir aptallık daha. Zihnim bana acaba bu eve de bir kadın
getirmiş olabilirimi diye oyun oynarken aklımı kaçırmak üzereydim. Bu kadar adi
olmaması ihtimaliyle kendimi avutup, ses gelmediğinden emin olup içeri girdim.
İçeri girer girmez bilgisayarımı açıp
özürlerimle birlikte istifamı gönderdim. O pislik yüzünden sevdiğim bir şeyden
daha vazgeçmek zorundaydım işte. İş arkadaşlarımı da patronumu da o kadar çok
seviyordum ki ama onun bildiği ve ona bu kadar yakın bir yerde asla
çalışamazdım. Şuan her hangi bir yerde de çalışabileceğimi düşünmüyordum da
zaten…
Aceleyle küçük bir çanta hazırladım kendime.
Elime ne gelirse çantaya tepip hemen evden çıkmak için acele ettim. Kapımı
kilitleyip çıktım. Ben evde yokken merak etmesin diye karşımda oturan Selin
ablaya bir süre olmayacağımı anlatıp daha fazla soru sormasına izin vermeden
aceleyle çıktım.
Etrafıma taksi bulmak için bakınırken onun
arabasını gördüm. Kahretsin hangi yüzle buraya geliyordu ki bu adam. Hayır,
lütfen Allah’ım şuan olmaz. Bunu şimdi yapamam. Düz kaldırımda ondan uzaklaşmak
için hızla aksi yöne yürüdüm ama o çoktan arabasından inip hızla bana doğru
gelmeye başladı. Bir an var gücümle koşup kaçmamı söyleyen dürtüye uymak geçse
de aklımdan mantıklı yanım bana hemen yetişeceğini söylemekte geç kalmadı.
Neden en çok ihtiyaç duyduğum zamanda bu taksiler ortada olmaz ki.
Ondan kaçışım olmadığını fark ettiğimde bu
durumu kabullenip bana doğru gelen adama döndüm. Gözleri bir an elimde ki
çantaya kayınca duraksar gibi oldu ama hemen kendini toparlayıp hızla yanıma
ulaştı.
Ne yani burada kalıp öylece onun için yas
tutmamı mı bekliyordu. Gerçi pek de farklı bir şey yaptığım söylenemezdi.
Sadece burada beklemektense kaçarak yas tutmayı tercih etmiştim işte. Elime
uzanıp tutmaya çalıştığını fark edince;
“Sakın bana dokunmaya cüret etme” diye
bağırdım. Nasıl bir utanmazlıktı bu böyle. Ellerini teslim olur gibi iki yana
kaldırıp benden bir adım uzaklaştı.
“Tamam, canım sakin ol dokunmuyorum”. O anda
aklımdan geçen tek şey suratının ortasına bir tane indirmekti. Utanmadan birde
hiçbir şey olmamış gibi konuşuyordu. Dönüp gitmem için hareketlendiğimi fark
edip hemen konuşmaya başladı.
“Senden sadece birkaç dakika istiyorum Ela.
Beni sadece bu kadar kısa süre dinlersen eğer sana açıklayabilirim.”
Konuşmasını inanamıyormuşçasına dinledim. Bu
adamın gerçekten bana açıklayabileceği bir leyler mi vardı. Bunu düşünecek
kadar aptalmıydı Tarık. Ona cevap vermeye bile tenezzül etmedim. Ama tabi ki bu
onu durdurmadı.
“Ela lütfen, beni bir kere dinlemek
zorundasın. Seni sevdiğimi biliyorsun.” İşte bu bardağı taşıran son damlaydı.
Bu adi herif o kadar şeye rağmen birde beni sevdiğini mi söylüyordu gerçekten.
Sinirlerime hâkim olmaya çalıştım. Hala bunu neden yaptığımı bilmiyordum ama
biraz daha sakin olmayı becerdim.
“-Seni dinlemek zorunda değilim. Hatta senin
o iğrenç sesini duymak şu yalancı suratını görmek zorunda da değilim. Kendine
ya da en azından bana birazcık saygın varsa defol git ve beni rahat bırak. Sana
bakamıyorum bile.” Sanki söylediklerim onu yaralamış gibi suratını buruşturunca
daha fazla dayanamadım.
“Hadi ama sakın söylediklerime alındığını
düşünmeme sebep olma. Bu kadar da yüzsüz değilsindir umarım. Beni nasıl
aldattığını nasıl ihanet ettiğini gördüm inan bana bunları tekrar senden
dinlemeye niyetim yok benim.”
“-Tamam, hepsini hak ettim. Sadece senden
beni bir kere dinlemeni istiyorum.”
“Hayır, seni dinlemek istemiyorum ve inan
bana çok daha fazlasını hak ediyorsun sen.”
Etrafımda
hala bir taksi olmaması daha fazla sinirlenmeme sebep oluyordu.
“Evet biliyorum. Yaptığımın hiçbir
açıklaması olamaz farkındayım. Hadi lütfen gel de sakince konuşalım.”
“Şuan sakin olmaktan o kadar uzağım ki
şansını zorlama.” Sokağın başında gördüğüm taksiyle bir rahatlama doldu içime,
hemen elimi kaldırıp durmasını işaret ettim. Taksi önümde durunca kapıyı açıp
çantamı içeri atıp sinirle ona döndüm.
“-Bir daha seni görmek istemiyorum. Değil
görmek sesini bile duymak senden haber falan almak istemiyorum. Aramızda ki var
olduğunu sandığım gerçek bile olmayan şey her ne ise bitti. Sakın karşıma
çıkayım deme çünkü bir daha asla bu kadar sakin olmam.”
Onu orada öylece afallamış halde bırakıp
gitmenin bu kadar hissettireceğini düşünmemiştim ama gerçekten de
rahatlamıştım. Dönüp arkama baktım Tarık hala olduğu yerde dikiliyordu. Bir
süre sonra etrafındaki boşluğa tekme savurdu ve ağzından küfür olduğunu tahmin
ettiğim bir şeyler bağırdığını duydum. Sonrada arabasına binip hızla yanımdan
geçerek uzaklaştı. Adamın hem oradan hem de hayatından hızla çıkıp gidişini
sessizce izledim.
Taksi şoförüne havaalanına gitmesini
söyleyip sessizce yolu izledim. Nasıl geldiğimi bile anlamadan alandaydım ve
taksiciye parasını ödeyip hızla arabadan indim. Bir saat sonraya bilet olduğunu
öğrendiğimde nasıl rahatladım anlatamam hemen Didem’e de haber verdim ve
beklemeye başladım.
Boş bir koltukta elimde küçük bir çantayla
otururken düşünmemeye çalıştım ama tabi ki bu mümkün olmadı. Her şey bir, bir
doldu aklıma. Kalbime o kadar ağır geldi ki yaşananlar bu işin içinden nasıl çıkacağımı
bilemiyordum. Bundan sağ çıkabileceğimden bile emin değildim ki zaten.
Ama kendime bir söz verdim. Şu anda bu
sessiz sakin alanda tek başıma elimde küçük bir çantayla otururken,
uzaklaştığım bu şehirde bir karar aldım. Bir daha hiçbir adama kalbimi
açmayacaktım. Bundan sonra birine bağlanmak ona körü körüne inanmak yoktu.
Benim uçağımın kalkacağını söyleyen anonsun
sesini duyunca düşüncelerimden sıyrılıp yerimden fırladım. Nasıl bu kadar
daldığımı anlamamıştım. Birden yerimden fırlayınca ayağımın bir şeye
takıldığını hissettim. Ah hayır bunu fark etmek için çok geç kalmıştım. Dengem
bozuldu bir ayağım yerdeki o lanet şey her ne ise ona takılırken diğer ayağım
da kaygan zeminde yana kıvrıldı. Yaşadıklarımın üzerine kesin bir tarafımı da
kıracaktım şimdi. Lanet olsun. Gözlerimi kapattım ve kendimi en az acı verecek
şekilde düşmeye ayarladım. O nasıl olacak artık.
Ama düşmedim, biri beni tuttu. Ben yere
kapaklanmayı beklerken sert bir çift kol beni belimden sardı. O kadar ani ve
sertçe yakaladı ki resmen canım yandı.” Ah” diye inledim acıyla. Ama muhtemelen
yere düşseydim canımın daha fazla yanacağını bildiğim için bu kadar acıyla başa
çıkmaya karar verdim.
Sonra gözlerimi açtım ve beni tutan, vay
canına bu şey her ne ise kesinlikle insan değildi. İri kolların sahibi bir
adamdı ama ona isim vermek haksızlık olurdu her halde. Başımı kaldırdım,
kaldırdım ve kaldırdım. Bu adamın boyu kaç metreydi ki böyle. Kirli sakallı
yüzüne ulaşınca derin bir nefes aldım ve gözlerine baktım. Ben daha az önce
yeni kararlar alan o kız değildim sanki ve saatler önce sevdiği adam tarafından
aldatılan kız da değildim. Şuan sadece Ela’ydım ve resmen nutkum tutulmuştu.
Lanet olsun, bunu yaptığım için kendimden
nefret ettim. Adamın gözleri şey gibiydi. Imm şey ona isim bulmak çok zordu ama
en iyi tabirle okyanus gibiydi. Yeşil derin ve uçsuz bucaksız bir okyanus. Ama
o yemyeşil gözler bana kaşlarını çatmış bakıyordu. Hem bu kadar güzel gözlere
sahip bir adam hem de bana bu kadar kızgın bakan bir adam görmemiştim daha
önce.
Sanki daha fazlası mümkünmüş gibi adam daha
da çattı o kaşlarını ve sonra konuştu.
“İyimisiniz?” diye soran sesi hem sert hem
sinirliydi ama nedense benim kulağıma dünyada ki en güzel ses gibi gelmişti.
“Teşekkür ederim iyiyim” demeyi becerebildiğime
şükrettim. Ama adamın bir sonraki sözleri resmen beni şok etti.
“İyi bundan sonra dikkatli olursunuz.
Tanımadığınız adamların kucağına düşmek pek de güzel bir hareket değil.” diye
beni tersledi. Dengede durduğumdan emin olmak için biraz bekledikten sonra
elini belimden çekip bana bir cevap fırsatı bile tanımadan öylece bırakıp
gitti.
Nasıl bir ukalalıktı bu böyle. Kendini
beğenmiş züppe. Allah’ım ne berbat bir gün geçiriyordum. Adamın sinirlerimi
bozmasına fırsat vermektense onu düşünmemeyi tercih edip uçağıma doğru
ilerledim. Ama mümkün değildi. Ona cevap veremediğim için resmen içim içimi
yemişti.
Yerime
oturur oturmaz sakinliğin tadına varmaya çalıştım ama aklıma anında Tarık
geldi. Zihnimden onu atmak için çabaladım. O pisliği düşünmekte yok diye
uyardım kendimi. Aklıma dolan yeşil gözlere de lanet etim. Bu adam da nerden
çıkmıştı şimdi. Aklımdan çıkmasını istercesine başımı sağa sola salladım, o
ukala züppeyi de düşünmek yoktu.
Biraz zaman dedim kendime. Zaman her şeyin
ilacı olacak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder